Televizyonda maç açık, tüm futbolcular delirmiş gibi hakeme itiraz ediyor. Spiker onları haklı buluyor. Fonda Tamer Karadağlı’nın garip bir TV’de Çiğdem Tunç’un bakışları arasında söylediklerini duyuyorum. Çiğdem Hanım da Tamer Bey’e hak veriyor. O an anımsadım; etrafımızda yüzlerce, iş yapmaktan çok itiraz etmeyi iş edinmiş insan var. Şimdi bana, “bu tüm dünyada böyledir” diyenleriniz olacaktır ama Asya tipi toplum düzeninin, gelenekçiliğin hüküm sürdüğü coğrafyalarda bunun daha “yaygın” bir alışkanlık olduğu ortada.
İtiraz duygusunun temelinde 2 şey yatıyor: Birincisi haksızlığa karşı gelme; dolayısıyla insanın kendi doğrusunu savunması. Futbolcuların yaptığı (dün akşama özel) bu örneğin. Başka zaman, aynı futbolcuları yalan yere itiraz ederken görürüz. İkincisi yaptığın bir hatayı yalanla kapatma. Açığının farkında olma ve tehlike okunu kendi üzerinden uzaklaştırma. Yani net güvensizlik. Foya korkusu!
Tamer Karadağlı’nın itirazı da sözde kendisine yapılan sosyal linçe. Oysa bu itirazın altında da işte kocaman bir foya korkusu yatıyor.
Şunu kabul edelim, bu korku tek adamların yönetimine teşne ve değişimi eğitim seviyelerinden başlatmayı başaramamış korku toplumlarında görülüyor. Bu gelenekçi toplumlarda siz, ailenizdeki ilk bilincinizden itibaren korkutularak yaşamaya başlarsınız. Dilencilere verilmekle tehdit edilen, tabağındaki pirinçleri bitirmezse o kadar çocuğu olacağı ile korkutan, akşam babası gelince ona şikayet edilen çocuklar, elbette korkudan “ben yapmadım” diye itiraz ederek büyüyecek. 60 yaşına da gelse ucuz manipülasyonlarla, hamasetle kendini kurtarmaya çalışacak. Bu madalyonun Freudyen yüzü.
Madalyonun diğer yüzünde ise para kazanmak için yaptığı işi devam ettirmekten başka şansı olmayanlar, yerel düşünmeyi ve “bu bana yeter” demeyi düstur edinmiş olanlar yer alıyor. Onlar, sadece mevcut olanı kaybetme korkusuyla, hemen “itiraz”a başlar ve mevcut düzeni savunurlar. Türkiye, yapabildiği tek işi lokal düzen dışında yapamayacağını ve kof olduğunu kendisi de bilen insanlarla dolu. Bunun en üst seviyesi de koltuklarını korumak için çözümü liyakatta bulanlar… Bu liyakat, kimi zaman geçmişe, kimi zaman gelenekçi yöneticilere, kimi zaman da Tamer Bey Case’indeki gibi hakim düzene… Bu yeniye “itiraz”ın sebebi “benim foyam meydana çıkıyor” korkusundan başka bir şey değil oysa ki. Bu nedenle siz ne zaman bir şirkete, topluluğa, sokağa, kahvehaneye “değişim” vaadiyle gitseniz, hemen itiraz başlar. Ast – üst mobbingi başlar. “Onu yapamazsıncılar” doluşur.
Dönüşüm geçiren kurumlarda bir ritüeldir bu. İtirazcılar mevcut düzeni korumayı ister, çünkü her değişimi işlerine bir tehdit olarak görürler. Çünkü o koltuktan kalkarsa başka bir koltuk bulamayacağından korkarklar. Çünkü yıllarca kendilerine dikte edileni yapmak dışında tek başarıları o koltuğu savunmak olmuştur.
Karadağlı’nın bildiğimiz kaç başarısı var? Bir bir karakteri 20 yıl boyunca oynamak dışında yaptığı bir şey var mı bilmiyoruz. Anladığımız kadarıyla mass medyanın içinde tek bir karakterin içine sıkışmış, dijital bir kanalda yer alması tahminen imkansıza yakın olan, değişim trendlerine “itirazı” olan o karakteri bir tek canlandırmamış, “o” olmuş Tamer Karadağlı. Bu nedenle sorunlarını kapatmak için de konuyu saptırıp, mevcut düzeni korumaya çalışanlar kervanında yer alması olabilecek en doğal sonuç.
Maç bitti. Tamer konusu kafamda kapandı. Uyumak istiyorum. Uyuyamıyorum.
İtiraz edecek bir şeyler arasam mı diyorum? Çok da uğraşmadan 3 saniyede bir şey buluyorum:
Osman Kavala 1442 gündür tutuklu!
Benim de buna itirazım var!